Haydanlıya hayranım
Göksun/Doğankonak köyü

ANILARIM

BABA YÜREĞİ
 
Evimiz Anadolu da ki eski tipik evlerdendi.Salonları ve odaları geniş genişti.İçerisinde ahır ve samanlıkta vardı. Yine bir gün mutfak dediğimiz odada  annemle beraberdik. Ocağın yanına minderlerin üzerine oturmuşuz.Ocakta ki kazanda  akşamlık çorbamız fokur fokur kaynamaktadır. Annem beni kucağına almış  ellerim boynunda hem seviyor hem de anlıma öpücükler konduruyordu. Diğer taraftan da  sorular soruyor bense filozofça (!) cevap veriyordum.
 
Annem:
Müslüman mısın? Kimin kulusun? Kitabın adı ne?
Peygamberimizin adı ne? Dinin nedir? Kıblen neresi?
 
Bende  öğrendiğim kadarıyla cevap veriyordum:
Elhamdülillah müslümanım, Rabbim Allah, Kitabım Kuran, peygamberim hazreti Muhammed s.a.v. dinim İslam,kıblem Kabe
 
Anadolu işte böyle bir yer. Daha küçükken her şey anlatılır öğretilmeye çalışılır. Çünkü ağaç yaşken eğilir demişti atalarımız . Büyüklerimiz de bu sese kulak vermişti. Kabirde münker –nekir melekleri sorguya çekmeden önce ana kucağında baba ocağında talim ve terbiyeyi alırdık.(almamızda gerekir kanaatindeyim)

Ben annemin sorularına tıkır tıkır cevap verirken annem sevgi sorularını sormaya başladı.
En çok kimi seviyorsun?
Ben :Allah’ı
Sonra kimi seviyorsun?
Peygamberimi
Sonra kimi?
Annemi,babamı kardeşlerimi
Ne kadar çok seviyorsun?
Çok çok çoook diye yanıt veriyordum.
 
Ama yetmiyordu bize az geliyordu bu çok kelimesi. Zaten topu topu üç harf değil miydi?Oysa ben sevgimi anlatmam için dağlar kadar,yerden ta göğe kadar diyerek sevgimin sınırsızlığını ve çokluğunu anlatmak istemiştim. Sonra bunlarında biteceğini az geldiğini düşünerek asfaltlar kadar taa yollar kadar seviyorum derdim. Çünkü yollar uzundur taa bir uçtan bir uca git git bitmez diye düşünürdüm.

Annem bu soruları sorarken şeytandan olsa gerek(çünkü o yaşta bizim sevgimizi kıskanmıştır) ansızın ocakta kazan da kaynayan  çorbanın üzerine sendeledim ve kolum o küçücük kolum dirseğimle beraber kazanın içine girdi.
 
Can bu tatlıdır hemen feryat figan etmeye başladım.
Anneee…!  Babaaaa !
Bir taraftan gözlerimden yaşlar akıyor, diğer yandan hiç durmayan sümüğüm. Nasıl ağlamayım kolum yanmıştı.Kuyruk acısını en iyi kuyruğu sıkışan bilir.
Annem tüm bu olan bitene şaşırmıştı. Rahmetli babam (ruhu şad olsun) ahırda hayvanlara yem veriyordu. Sesimi duyunca bulunduğumuz odaya geldi.
 
Ne oldu,nedir bu haliniz,kim nasıl yaptı? Sordu mu bilmiyorum ama rahmetli evin tek oğluydu işlerin yoğunluğundan ,yalnızlıktan,imkansızlıklardan olsa gerek bir tokat atmasın mı?
Eşek sıpası bir de seninle mi uğraşayım bu işin gücün içinde bir bu eksikti.
Dedim ya işte budur baba yüreği…!
 
Nasıl olsa 8 kardeşten sondan 2.siydim.Bana sıra gelene kadar beni dinleyene kadar sevgisi de azalmıştır sabrı da..
Ama olsun yine de Baba yüreğidir
Dayanamadı alıp götürdü doktora. Yanık kremi yazmış ilçe doktorumuz. Sonra komşumuz Nuriye teyze her sabah gelir Aziz’im iyileşsin tez kabuk bağlasın yaraları iyileşsin diye kristal zeytin yağı sürerdi.
Rabbime çok şükür kısa sürede iyileştim de.
 
Bazen düşünürdüm neden bizler babalarımızı çatık kaşlı ,asık suratlı ve asabi biliriz.Aslını sorarsanız yanılmıyoruz da.Belki de erkek olmanın fıtratında vardır bu hasletler.Annelerse rahminde taşıdığı bebeğe rahim sıfatının tecellisiyle onu korumakta,onu esirgemektedir.
Babalar rahimsiz olduğu içindir ki rahmetsiz ve merhametsiz oluyor.buna rağmen her baba yüreğinde sevgi tohumları taşımaya devam eder.

“Bir baba 100 evlada bakar da 100 evlat 1 babaya bakamaz”.(Gabriele Annunzio)
 Yazan: aziz AKBAL
12 Şubat 210- Felahiye-Kayseri

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol